(hükme/karara/menzile/hedefe vb.) varmak, (gayeye vb.) erişmek.
to arrive at an agreement: anlaşmaya
varmak.
to arrive at a conclusion: bir karara/hükme/sonuca varmak.
to arrive at the age of discretion: reşit olmak, rüşte ermek.
to arrive at a price: fiyat saptamak.
(toplantı, tören vb. de) hazır bulunmak.
-de, -da: uzayda işgal edilen yeri/noktayı belirler.
at the door: kapıda.
at the bottom of the sea: denizin dibinde.
at the center of the circle.
Edat
-de/-da, -yin/-yın, -leyin/-layın, … derecede: zaman, ölçek, sıra, vb.'de belirli bir konum/nokta bildirir.
at noon: öğleyin, öğle vakti.
at age 65: 65 yaşında.
at the end: sonunda.
at zero: sıfır derecede.
Edat
-de/-da: varlık, mevcudiyet bildirir:
at home: evde.
at hand: elde.
Edat
… ile, -le/-la: miktar, derece, oran bildirir.
at great speed: büyük hızla.
at 100 km per hour: saatte 100 km hızla.
Edat
-e/-a, -ye/-ya: hedef, amaç, doğrultu bildirir.
Look at that sunset: Şu güneşin batışına bak.
He threw the ball at me (intending to hit me): Topu (vurmak niyetiyle) bana attı. He threw the ball to me (hoping that I could catch it)
Edat
… ile meşgul: iş, meşgale vb. bildirir.
at work: işinde, işi ile meşgul.
at play: oyunda, oynamakta.
Edat
… halinde, esnasında, zamanında: hal, durum vb. bildirir.
at ease: rahat,
at peace: barışta,
sulh zamanında.
at war: harpte, savaş halinde/esnasında.
Edat
hususunda, yüzünden, nedeniyle, üzerine: sebep bildirir.
I was annoyed at his stupidity: Onun
budalalığına (budalalığı yüzünden) canım sıkıldı.
She fainted at the news: Haberi duyunca (haber yüzünden, haber üzerine) bayıldı.
at your request: isteğiniz üzerine/veçhile.
Edat
yöntem, tarz vb. bildirir:
He spoke at length: uzun uzadıya konuştu.
Edat
değer, nitelik, yetenek vb. bildirir:
at one's best: elinden geldiği kadar.
at cost: maliyetine.
at par: başabaş, resmî değerinde.
at best: olsa olsa, en nihayet.
Edat
-den/-dan, … yolu ile.
Smoke came out at the window: Duman pencereden dışarıya çıkıyordu.
to draw water at a well: kuyudan su çekmek.
Edat
uzaklıkta, … ötede.
at 50 meters: 50 metre (öte)de.
Edat
-e göre, … gereğince.
Proceed at your discretion: İsterseniz devam ediniz.
Edat
… başına, herbiri(ne), beheri(ne).
I bought 12 pencils at (a price or cost of) 10 cents each:
Tanesi 10 sentten 12 kurşun kalem aldım.
Edat
nezdinde, yanında, evinde.
at tailor's: terzide.
at my uncle's: amcamın yanında/evinde.
We met at her father's: Babasının evinde tanıştık.
Edat
Laos para birimi, 1/100 kip.
İsim
ampere-tur: amper-sarım.
Elektrik-Elektronik
takriben, sularında.
The sun set about six o'clock: Güneş saat 6 sularında batıyor.
You must do something about it: Bunun çaresini bulmalısınız.
There is something about him I don't like: Nedense bu adamdan hoşlanmıyorum.
There is something wrong about it: Bunun bir bozuk tarafı var/Bu işte bir bit yeniği var.
What are you about: Neler yapıyorsunuz/Ne işlerle meşgulsünüz?
(a) hiç, kat'iyen, asla, zerre kadar, azıcık, şayet, eğer.
I wasn't surprised at all: Asla hayret
etmedim.
Did you speak at all? Hiç konuştunuz mu?
I don't know him at all: Onu hiç/kat'iyen tanımıyorum.
If you hesitate at all: Zerre kadar tereddüt ederseniz …
If there is any wind at all: Azıcık rüzgâr esse …
He will come tomorrow, if at all: Şayet gelecekse yarın gelir.
Do you see him at all: Onu hiç görüyor musunuz?
Not at all: Bir şey değil, önemsiz, önemi yok, zikre değmez, asla.
If you go there at all: Şayet oraya gidecek olursanız … (b) ne diye, neden, ne sebeple, herhangi bir sebeple.
Why bother at all: Ne diye endişe edeyim? Endişeye hiç mahal yok.
hiç, asla, kat'iyen, hiçbir suretle.
He doesn't smoke at all: Asla sigara içmez.
He doesn't seem at all interested in my plan: Planımla kat'iyen ilgilenmiyor.
Do you go there at all: Hiç oraya gider misiniz?
demirlemiş, demir atmış.
The new liner is at anchor in the harbor.
uzun süren bir aradan sonra
esas duruşta
Zarf, Askerlik
açık artırma ile satmak
Fiil
(a) mahkemede, duruşma safhasında.
a case at bar: duruşma safhasındaki dava. (b) bütün yargıçların
huzurunda.
a trial at bar.
(beyzbolde) topa vurma sırası gelen.
Who's at bat now? Şimdi sıra kimde?
kıstırılmış, sıkışık durumda.
a stag at bay: kıstırılmış geyik.
(a) en uygun koşullar altında (bile), nihayet, olsa olsa, taş çatlasa.
At best we can do only half as much as last year: Olsa olsa (taş çatlasa) geçen seneninkinin yarısı kadar ancak yapabiliriz. (b) bütün yeteneği/gücü/bilgisi ile.
At his best he is unsurpassed: Bütün gücü ile gayret etse onu kimse geçemez. (c) en âlâ, en mükemmel.
cabinetmaking at its best. (d) en iyimser görüşle/anlayışla/yorumla bile.
It was a sad effort at best.
istek halinde, istenildiği takdirde, talep vukuunda.
dilediği gibi (bir müşterinin borsa simsarına uygun gördüğü fiyata hisse alıp satması için verdiği talimat
rahat! (komut).
Askerlik2
(misafir) kabul günü, samimî ev toplantısı.
I'm giving a small at-home = at home this evening, will you come? Bu akşam bizim evde toplanıyoruz, gelir misiniz?
İsim
belli bir fiyatın altında satmaması
ya da belli bir fiyatın üstünde satın almaması için borsa simsarına verdiği talimat
hisse senetleri ya da emtiaların alımı ya da satımı için en alt ve en üst sınırlar saptanarak borsa simsarına verilen talimat
piyasa fiyatına (bir müşterinin borsa simsarına hisse alım satımında talimatın verildiği sıradaki piyasa
fiyatına alım satımda bulunma emri
derhal, hemen, derakap, vakit geçirmeden.
başabaş (bir menkul değerin piyasa fiyatının nominal değerine eşit olması
zayi edilme tehlikesinde olma
olduğu gibi, haliyle, hattâ, … bile.
bankacılık işlemleri yapmak
Fiil
bankacılık hizmeti almak
Fiil
...'i görmezlikten gelmek
Fiil
aşağıda Madde ...'de
Zarf, Hukuk
bir yerde konaklamak
Fiil
saldıracakmış gibi atılmak
Fiil
bir menkul kıymetin alıcıya ya da satıcıya garanti edilen fiyatı
yukarıda Madde ...'de
Zarf, Hukuk